26 Şubat 2009 Perşembe

AFGANİSTAN (TALİBAN) KADINLARI

Bütün veriler UNIFEM verileridir...
  • UNIFEM (Birleşmiş Milletler Kadınlar Kalkınma Fonu) verilerine göre Afgan kadınlarının yaklaşık yüzde 90(Doksan)"ı okuma ve yazma bilmiyor.
  • Kız çocuklarının yalnızca yüzde 30"u eğitim alabiliyor. Eğitim alamayan kız çocuklarının oranı, güneydeki Urozygan ve Zabul bölgelerinde yüzde 90"a kadar çıkıyor.
  • Bir Afgan kadını başına 6,6 çocuk doğumu düşüyor.
  • Kadınların sadece binde 2"si doğum kontrolu uygulayabiliyor.
  • Her üç kadından birisi, fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete maruz kalıyor.
  • Afgan kadınlarının ortalama yaşam süresi 44.
  • Evliliklerin yüzde 70-80"i çeşitli nedenlerle baskı altında gerçekleştiriliyor. Bu nedenler arasında, aile anlaşmazlıklarını çözmek ya da borç ödemek gibi yöntemler önde geliyor.
  • Birçok erkeğin, ergenlik öncesi yaşta bile birden fazla eşi var.
  • Kız çocuklarının yüzde 57"si, 16 yaşından önce evlendiriliyor.
  • Tecavüz, yasalarda açık bir şekilde suç olarak tarif edilmiyor.
  • Kadınların mülkiyet ve miras hakkı anayasal koruma altında değil.
  • Kabil dışında aşiretler tarafından kontro edilen, dini liderlerin ve yerel kültürün geleneklerinin geçerli olduğu bölgelerde recm (taşlanarak öldürülme)uygulanıyor.

Ve benim yorumum.

Ey Türk Kadını!

Günde 24 saat Atatürk"ü hatırla. O yıllarda kadın hakları konusunda ne büyük devrimci yasalar çıkardığını düşünerek, böyle büyük bir Dünya Liderin olduğun için sevin. Bu haklarını elinden almak için çeşitli yasalar çıkarmaya çalışan (15 yaş ya da Hüseyin Üzmez yasası) iktidarlara karşı diren. Haklarından geri adım atma. "Geldikleri gibi giderler" sözünü unutma, unutturma.

21 Şubat 2009 Cumartesi

Türk Toplumunda Cehaletin Yükselişi

TÜRK TOPLUMUNDA CEHALETİN YÜKSELİŞİ

1. İngiltere ve Fransa” da toplumun yüzde 21”i ,
2. Japonya”da yüzde 14”ü
3. Amerika”da yüzde 12”si düzenli kitap okurken;
4. Türkiye”de on binde bir kişi kitap okuyor.

Türk Vatandaşlarının ihtiyaç listesinde 235. sırada kitap var.
Necip Türk Milleti günde ortalama 5 saat televizyon izliyor. O da Discovery Kanal veya National Geografi Kanal değil, sadece dizi izliyor. Günde TV izlemeye 5 saat ayıran Necip Türk Milleti; yılda 6 saat kitap okumaya ayırıyor.

1. Bir Japon yılda ortalama 25 kitap
2. Bir İsviçreli yılda 10 kitap
3. Bir Fransız yılda 7 kitap
4. Bir Türk ise 10 yılda 1 kitap okuyor.
Yedi milyonluk Azerbaycan” da kitaplar ortalama 100.000 (Yüz bin)
Tirajla basılırken, 71 milyonluk ülkemizde 2-3 bin tirajla basılıyor. 5 bin basıldığında 5 binlik baskı diye kitap kapaklarına yazılıyor.

Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu”nda kitap okuma ve sıralamasında Türkiye; Libya, Tanzanya, Kongo ve Ermenistan gibi ülkelerin arkasında, 86. sırada yer alıyor.

Bu sayılar neresinden bakarsanız bakın korkunçtur, böyle bir durum karşısında, her şeyden önce bu sayılar değişmediği sürece, ülkemizde hiçbir olumsuzluğun ortadan kaldırılmayacağını söylemek, temelsiz bir kehanet sayılmamalıdır.

Fransa”da beğenilmeyen Sarkozy bile hem küresel krizi yenmek, hem de basına destek sağlamak amacıyla, 18 yaşına giren her gence istediği günlük gazeteye abonelik hakkı vermekte ve abone ücreti devlet tarafından ödenmektedir. Biz de ise tam tersi, aleyhte haber yapan basın yayın organlarını “Okumayın, satın almayın” çağrıları yapılmaktadır. Aradaki fark budur…
Yine Fransa”da 1968 öğrenci olayları olduğunda çağın en büyük yazarlarından Jean Paul Sartre” de öğrencilerle birlikte gösterilere katılır. Paris Emniyet Müdürü bir hata yapar ve öğrencilerle birlikte büyük yazarı da tutuklatır. İktidarda olan aşırı sağcı General De Gaulle (ki De Gaulle Fransa”nın 2.Dünya Savaşındaki en büyük kahramanı olarak kabul edilir); Paris Emniyet Müdürünü arayarak “Sartre” yi derhal serbest bırakınız! Sartre Fransa”dır. Fransa tutuklanamaz” diye bağırır.
İşte sevgili dostlar aradaki fark maalesef çok büyük.
İşte sevgili dostlar onun için okumamız, çok okumamız lazım.

Mustafa Bülent ALAN

17 Şubat 2009 Salı

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını

Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın

Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı

Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
ATAOL BEHRAMOĞLU

16 Şubat 2009 Pazartesi

ÖĞRENME GÜDÜSÜ

Sevgili Dostlar!
Bugün sizlerle Psikolog Doktor Erdal ATABEK"in bir yazısını paylaşmak istiyorum. Okur ve yorumlarsanız çok sevinirim.

ÖĞRENME GÜDÜSÜ
Çocukların "Öğrenme isteksizliği" yaygın bir yakınma konusudur. Çocuklar gerçekten de "öğrenmek istemiyor" mu? Yoksa "okul-ders-sınav" üçlüsü başarısız mı?
Prof. Andre Giordan "ÖĞRENME" adlı yapıtında bu konuyu irdeliyor. Özetle araştırması, eğitim sistemini başarısız buluyor. Çünkü "birey kendisi öğrenir".
Bireye sizin öğretmek istedikleriniz "onun öğrenmek istemesi kadar" başarılı olur. Peki birey "neden, ne zaman ne kadar öğrenmek ister"?
İşte yanıtı aranacak sorular bunlardır.
Çocukları sıralara oturtup da "öğrenmek zorundasınız" demek yanlıştır. Oysa klasik eğitim sistemlerinin yaptığı tam da budur. Prof.Gordion bu sisteme karşı çıkıyor. Onunu görüşlerine göre "öğrenme güdüsü" şöyle sağlanabilir.
- Öğrenilenin ne işe yarayacağının bilinmesi
- Öğrenilenle bir anlamlılık yaratılması
- Duygusal değerlilik kazanma
- Çalışma sürecini kontrol edebilme
- Başarı kazandığını görme
-Yapılanın takdir edilmesi
Aslında bu koşullar, hepimiz için de olumlu bir güdülenmenin anahtarı değil mi?
Öğrenilen sözcüğü yerine "yapılan çalışma" yı koyalım.
Çalışanların beklentileri de bunlar değil mi?
İşe yararlılık, anlamlılık, değerlilik, özerklik, başarı, takdir görme, "motivasyon güdülenme"nin altın anahtarı değil mi?
Peki, bu anahtarı kullanan var mı?
Kim çocukların okulda bu anahtarla çalıştığını görüyor?
Eğitim sistemi bunu önceliyor mu?
Hayır.
Yapabilene başarılı, yapamayana başarısız diyor, o kadar
Aileler bu anahtarı biliyor mu?
Onlar da bilmiyor.
Aileler kendi beklentileri doğrultusunda çocuğa bakıyor. Oysa, matematik mi, bunlar gerekli. Fen bilimleri mi, bunlar gerekli. Ana dil mi? İkinci, üçüncü dil mi? Tarih mi ? Coğrafya mı? Bunlar gerekli.
"Öğrenmek istemeyi harekete getirmek"
Eğitimin ilk amacı bu. Bana göre son amacı da bu. Bunları bilmeden, bunları görmeden "Okumazsan adam olamazsın" tehdidi işe yaramıyor.
Profesör Andre Giordan haklı....